25 Mayıs 2016 Çarşamba

Rosshalde - Hermann Hesse

Günaydın,

Yapılacak yemekler ve kremler var, ben ne yaptın yattım veranda daki koltuğa ve kitabı bitirdim.
Boynum ağrıyormuş, dün gece, tüm gece Bncuk u yemek yediği yerde bırakmışım, unutmuşum. Kimin umrunda.



İnce incecik bir kitap, eni topu 177 sayfa ama aynı Sabahattin Ali nin kitapları gibi yogun bir hikaye anlatıyor, hayattan bir hikaye anlatıyor ve insan duygularını çok zarif anlatıyor kitap. Hoş. Biraz iç krartıcı mı, çook nadir.

1877 de doğmuş bir beyin yazdıkları, yıl kaç 2016 !

Tabi beyefendinin geçirdiği ruhi bunalımlar kitaplarına yansımıştır, daha önce de yazmıştım, ruhani boyutlar, zen.. Herşey sözcüklere yansımış.

Kitapta, evlilik de, kötü bir evlilik de irdelenmiş. Bir evlilik bence pek de alışık olmadığımız biçimde erkek tarafından anlatılmış. 

Tavsiye ederim.
Güzel, kuvvetli bir dille anlatılmış bu hikayeyi.

Kalın saglıcakla
Kitap kurdu anne




12 Mayıs 2016 Perşembe

Kolsz Agop

Merhaba,

Sanırım 30 lu yaşlarımın başındaydım, cildim acaip bozuktu, sürekli sivilceler çıkıyor yada çıkamıyordu ve fakat kocamanlardı.

Boynuma da riyayet edince, sorduk soruşturduk, tüm oklar Nişantaşı nda ofisi olan Kolsuz Agop u gösteriyordu. Ücret çok pahalıydı öğrenci bütçeme göre fakat Ya Allah dedik ve ben nedense tek başına gittim Agop  bey e. 

Muayene oldum ve beni Beyoğlu nun arka sokağında ki bir eczenaye gönderdi Agop bey, orada yarım saat kadar bekledim ve elime siyah plastik bir kutunun içinde kavniçi renkli bir krem tutuşturdular. Her 20 günde bitti bu kutu ve ben şu an hatırlamadığım bir süre kullandım o kremi. Sonra ne sivilce kaldı ne sivilce oluşumları ne lekeler.

Benim kremcibaşı olmamın temel hikayesidir bu kavununiçi renkli krem. 
CrocuS un temelleri böyle atılmış demekki. 

Bugün duydum, emekli olduğunu, işte hikayesi Agop bey in.

Cildiyeci Kolsuz Agop

Prof. Dr. Agop Kotoğyan yani meşhur ‘Cildiyeci Kolsuz Agop', 41 yıl hizmet verdiği İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden geçtiğimiz kasım ayında emekli oldu. Tesadüf bu ya Agop Hoca, bundan tam 66 yıl önce Cerrahpaşa'nın doğum kliniğinde dünyaya gelmişti. Hastane, evlerine 15 dakika yürüyüş mesafesindeydi. 

Doğduğu Samatya semtini diğer adı Kocamustafapaşa'yla seven Kotoğyan, ‘Doğma büyüme Paşalıyım' diye övünüyor. Agop Hoca, yıllarca hasta baktığı, laboratuvarında göz nuru döktüğü, kimileri şimdi namlı birer profesör olan öğrencileri, vefalı hastaları ve mesai arkadaşlarının katıldığı törenle uğurlandı. 

Veda eden aslında azmin, direncin, ölümlerin eşiğinden dönüp hayata sıkı sıkı sarılmanın simgesi, yaşayan bir efsaneydi. 30 yıl önce mesleğinin zirvesine oturmuş, masal kahramanına dönüşmüştü. Hayatının içine girmek zordu. Çünkü gazetecilerden uzak duruyor, doktorların artist olmadığını, bilimsel tebliğler dışında dışarıya seslenmenin reklam olabileceğini savunuyordu. Türkiye'de, cinsel yolla bulaşan hastalıklar kürsüsünü ilk kuran, çeşitli bilim dallarında bölüm başkanlığı yapan, yeni buluşlarla çığır açmış bu doktoru albüm sayfalarımıza alabilmek için günlerce uğraştık. Sonunda hatırını kıramayacağı dostlar araya girdi, bize hayatının kapılarını araladı. İşte gördüklerimiz.

Aslında bu albüm şöyle başlayabilirdi: ‘Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Yozgat'ın Akdağ Madeni İlçesi'nin Terzili Köyü'nde Kirkor adında bir çocuk varmış. Küçük Kirkor, kendi halinde yaşayıp giden yoksul bir ailenin çocuğuymuş.' Ama masalsı hayatın içinde gerçeği kaybetmemek için kronolojik sırayla anlatmayı doğru bulduk. 

Agop'un babası Kirkor Kotoğyan, 1911 doğumlu. 1915 yılında, yani Anadolu'daki o büyük kaos döneminde henüz dört yaşındayken babasını kaybetmiş. Köyünü basan çeteler köydeki tüm erkekleri öldürmüş. Küçük Kirkor'u annesi, onu madendeki mağaralara kaçırarak kurtarabilmiş. Sonra da bir yakınlarının yanına sığınmışlar. Olaylar yatışıp saldırılar durunca yanmış, yıkılmış, talan edilmiş köylerine dönebilmişler. 

Kirkor Bey, 25 yaşındayken Yozgat'ın İğdere Köyü'nde yaşayan Makruhi Hanım'la evlenmiş. Aile 1938'de İstanbul'a gelmiş ve Samatya'ya yerleşmiş. Bir yıl sonra da ilk çocukları Agop, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin Cerrahpaşa'daki hastanesinde doğmuş. Dünyaya gözlerini açtığı, ilk görüntüleri, ilk sesleri duyduğu bu hastane ile ömür boyu sürecek kader birliği de böylece başlamış.

Babası Kirkor Bey, inşaatlarda kalfa olarak çalışır, annesi de Samatya yakınlarında bir fabrikada işçilik yaparmış. 

KOLUNU PRES KAPTI

Çok yoksullarmış. Küçük Agop, Samatya Sahakyan Ermeni İlkokulu'na başladığı yıl, babası ona bir ceket almış. Bir bahar günü arkadaşlarıyla Samatya sahilinden denize girip çıkmış ve bir bakmış ki ceketin yerinde yeller esiyor. Anasından bir ton dayak yediği gibi tam üç yıl boyunca da ceketsiz kalmış. ‘Bana yeni bir ceket almaları mümkün değildi. Ekmeği karneyle alıyor, aylarca et ve şeker yüzü görmüyorduk' diye annesinin köteğine hak veriyor şimdi. 

Küçük Agop, daha ilkokuldayken işe başlamış. Mezun olduğu yıl bir gümüş atölyesinde çalışıyormuş. Sıcak, çok sıcak bir yaz günü, gümüş kalıpları plaka haline getirmek için kullanılan presin silindiri iş önlüğünün kolunu kapmış. Sonra da elinin tamamı omuzuna kadar presin altında un ufak olmuş. Hastaneye vardığında doktorlar, ‘Bu çocuk yaşamaz' demiş. Ameliyat olmuş, günlerce komada kalmış ve bir gün gözlerini açıp hayata yeniden merhaba demiş. Kaderin cilvesi bu ya, yine Cerrahpaşa Hastanesi'ndeymiş. 

O yaz sonunda kendisini tamamen toparlamış ama çevresindekilerin acıyarak bakması kalbini çok kırıyormuş. Bu yüzden kayıt yaptırdığı halde okula gitmeyeceğini söylemiş babasına. Okula gitmemiş ama aldığı ders kitaplarını her gün muntazaman okuyarak kendine göre bir tedrisat yapmış. Okulsuz geçen bu yıl boyunca hep düşünmüş. O küçük ve artık tek kollu bedeniyle bir meslek sahibi olamayacağına karar vermiş. ‘Okumalıyım, her ne pahasına olursa olsun okumalıyım' demiş. Ve dönem başlayınca Kumkapı Bezciyan Ortaokulu'nda eğitime geri dönmüş. 

Bütün okul hayatı boyunca, yazları ve hafta sonları çalışmaya devam etmiş. Tahtakale'de işportacılık yapmış. Konfeksiyon atölyelerinde ilik makinelerinde çalışmış. Eve katkı olsun diye çalışırken çok sevdiği kız kardeşleri Hripsima ve Maryam'a da küçük hediyeler almayı ihmal etmezmiş.

FUTBOL YILLARI

Ortaokulda başarılı olmuş ama esas zirveyi Galata Getronogan Lisesi'nde yapmış. Her yıl okul birincisi olmuş, takdirlerle dönmüş evine. Agop Bey, hasta Fenerbahçeli. Tam 26 yıldır Fenerbahçe Kulübü üyesi. Basketbolu çok seviyormuş. Ama tek kollu olduğu için oynayamamış. ‘Ben de sahada top koştururum' demiş ve lisede futbola başlamış. Oynayamazsın demişler, aldırmamış. Çok da güzel oynamış. Ve hatta, o devrin ünlü takımı Samatya Gençler Kulübü'nün kadrosuna girmeyi başarmış. 

1957'de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazanınca doğduğu, yeniden hayata döndüğü Cerrahpaşa Hastanesi'nde bulmuş kendini. Kapısından içeri girdiği ilk gün ‘Bir zamanlar beni kurtardı bu hastane, şimdi nöbet sırası bende' diye düşünmüş. Bu dönemde lise öğrencilerine özel dersler vererek okul parasını kazanmaya devam etmiş. Ayrıca, Cerrahpaşa'nın futbol takımında oynamayı da ihmal etmemiş. 

1963'te okul birincisi olarak doktorluk diplomasını almış. Bir yıl Çapa'nın Deri ve Frengi Hastalıkları Kliniği'nde çalışmış. 1964'te Cerrahpaşa'daki Dermatoloji Kürsüsü'nde asistan olarak göreve başlamış. Uzmanlık tezinin başlığı, ‘İmpetigo Herpetiformis Vak'aları Üzerinde Klinik ve Biyoşimik Araştırmalar.' Ben başlığından bir şey anlamadım, Agop Hoca açıkladı: ‘Uçukla ilgili çok önemli bir çalışmaydı.'

1967'de uzman olmuş. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde başasistan olarak çalışırken üniversite tarafından Ekim 1969'da Almanya'ya gönderilmiş. Dört ayda Almanca'yı öğrenmiş. Hamburg Saar Üniversitesi Dermatoloji Kliniği'nde ünlü dermatolog Prof. Dr. Nödl'ün yanında çalışmaya başlamış. Ayrıca aynı üniversitenin alerji ve histoloji bölümlerinde çalışmış. Kliniklerde gösterdiği başarıdan dolayı, Alman Üniversite Kurulu'nun talebiyle okulda kalma süresi bir yıl daha uzatılmış.

Dr. Kotoğyan, 1952'de geçirdiği kazadan önce çoğu kişi gibi sağ elini kullanırmış. Onu kaybedince sol eliyle iş görebilmek için çok çalışmış. En büyük zorluğu da üniversitedeyken çekmiş. Tek eliyle tüplerden şırıngaya ilaç çekmeyi, bu ilacı hastaya enjekte etmeyi öğrenmek için geceleri hastanede nöbete kalmış, evde portakallara su şırınga edermiş. Dikiş atmayı öğrenmek için ise, evde ne kadar sökük ve yırtık varsa dikermiş. İki yıl içinde tüm bu işleri kimseden yardım almadan tek başına yapıyor hale gelmiş. 

1972'de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne geri döndükten bir yıl sonra doçentlik sınavını başarıyla vermiş. 1979'da ise, ‘Akne Vulgaris Vak'alarında İmmunolojik Araştırmalar' başlıklı teziyle profesör kadrosuna atanmış. Almanca'dan sonra yine kendi çabasıyla, Fransızca ve İngilizce öğrenmiş. Dünyanın birçok ülkesinde dersler, konferanslar vermiş, nam salmış. Özellikle son iki yılda dışarıdan gelen hasta sayısında büyük bir artış olmuş. Uluslararası tıp dergilerinde yayımlanan makalelerinin sayısı 300'ü aşmış, cilt hastalıkları üzerine iki kitap yazmış. 

Suzan Hanım'la 1975'te evlenmiş. Üniversiteden emekli olduğu 21 Kasım 2004 günü yaptığı konuşmada ‘İki kişiye teşekkür etmiyorum: Biri beni bu yolun başına kadar getiren anam, diğeri beni şu kürsüye kadar çıkaran eşim Suzan. Teşekkür etmiyorum değil, aslında edemiyorum. Çünkü onlara her şeyimi borçluyum' demişti. 

YURT SEVGİSİ BUDUR

Birçok ülkenin üniversitesinden teklif almış: Almanya, Fransa, Kanada, Amerika... ‘Burada kal, kürsünün başına geç' demişler. O, bunların hepsini elinin tersiyle geri çevirmiş. ‘Ermeni olduğun için dedeni, fukara olduğun için kolunu kaybettiğin o ülkede ne işin var' demişler, gülmüş geçmiş. Peki ne düşünmüş? ‘Evet doğrudur: Ülkemde çok acı çektim. Sefaletin dibinde yaşadım. Doğrudur: Dedemi, çocukluğumu, kolumu kaybettim. Ama yolumu kaybetmedim. Bu ülkede yaşayan milyonlarca insandan hiçbir zaman farklı olmadığımı düşündüm. Bu topraklarda yaşayan tüm insanları kardeşim olarak benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiğin güzel ve iyi günleri sevmek demek değildir. İyi günde ve kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak demektir yurt sevgisi. Boş başak dik, dolu başak ise eğiktir, derler. Ben hep eğik gezdim şu dünyada. Kibirden nefret ettim. Boş başaklar gibi diklenmedim, caka satmadım, her şeyi biliyorum demedim. Burnumun dikine gitmedim, bilginin ve bilimin ipine sarıldım. İşimi şansa bırakmadım. Çünkü, çok çalıştım ve boşluk bırakmadım.'

DOKTORLUĞA DEVAM

Bu efsane doktor üniversiteye veda ederken şöyle diyordu: ‘32 yılını öğretim üyesi olarak geçirdiğim, 41 yıl üç ay süren üniversitedeki görevim fiilen sona ermiş bulunuyor. İnsanın hissetttiklerini anlatabilmesi oldukça güç. Ayrılık günü gelip çattığında hiç tanımadığınız bir boşluk hissine kapılıyorsunuz. İlk olarak geçmişin yoğunluğu içerisinde hiç gerçekleşmemiş olan bir şey gerçekleşiyor: Annesinin kuzusu Agop, gümüşçüde çalışan Agop, futbolcu, asistan, Almanya'da görev yapan, doçentlik sınavındaki Agop, ilk dersini veren, profesör olan Agop kafa kafaya verip ‘Şimdi ne olacak' diyorlar. Neden sonra aynı toplantıya emekli Agop gelip de, ‘Hey geçmişin kimlikleri; utanmasanız Agop öldü diyeceksiniz. Şimdi, en büyüğünüz olarak ben, işte buradayım' diyene kadar...' 

Neyse ki Agop Bey tecrübeleriyle şifa dağıtmaya veda etmedi. Osmanbey'deki mimar oğlunun tasarladığı yeni kliniğinde, yine içten, yine mütevazı, çalışmayı sürdürüyor.

Ciğerim Agop, bilesin ki anacığın seninle iftihar ediyor

Prof. Dr. Kotoğyan'ın emekli olduğu gün annesi Makruhi Hanım (87) rahatsız olduğu için törene katılamadı. Kız kardeşi ünlü matematik hocası Hripsime Kotoğyan, kürsüye çıktı ve annelerinin gönderdiği mektubu okudu: ‘Ciğerim Agop. Baban da okuma yazma bilmez idi, ben de. Sen, okudun. Sen hep okudun ve çok çalıştın can parçam. Biz fukaraydık, senin yaptığın şu çok zor yolculukta yanına yetecek kadar azık koyamadık. Bak, burada da açıklıyorum, herkes duysun: Oğlum, sana yeterince yardım edemedik ve ben hep üzüldüm buna. Pek belli etmezdi ama baban da buna çok üzülmüştü. Ama, sen bizim yüzümüzü hiç kara çıkarmadım. Her zorluğun üstesinden geldin. Garip kuşun yuvasını yapan Allah, uçmak istediğini anlayınca sana kanat taktı. Ciğerim Agop, çok çalıştın, çok yoruldun. Sana biraz istirahat et diyeceğim ama biliyorum ki beni dinlemeyeceksin. Şimdi, biraz hastayım ama sen biliyorsun ki yanındayım. Bilesin ki anacığın seninle iftihar ediyor. Baban da şimdi yukarıdan sana bakıyor ve gülüyordur. Ciğerim benim, senin o kara gözlerinden öpüyorum.'
Kaynak http://www.fasilmeyhane.com/

Kaln sağlıcakla
Sivilcesiz anne

5 Mayıs 2016 Perşembe

Gümüşlük

Merhaba,

Geçenhafta öğrendik ki, okullar teog sınavı dolayısıyla iki gün kapalı olacakmış. 
E bağladık Cuma yı ve ver elini Bodrum.
Kardeşimi de dedikki gel Bodrum a, sonra Pazartesi sabahı Dalaman dan atlar gidersin. 
E kırmadı bizi. Ada çok özlemişti teyzesini,  biz de.





Dayım ve yengemin Turgutreiste ki evinde kaldık.tam 5 gün.



20 yıldır uğramadığım bir yerdi Bodrum. Bisikletle geçtiğimiz geçen yılı saymıyorum çünkü; içine girmemiş, Mumculardan teyet geçmiştik. 



20 yıl, Bodrum trafikli, evlerinin çatısı olmayan, kalabalık ki mevsim  dışıydı, kcaman bir şehir olmuş. Yeşil yok denecek kadar az, bir tane sadece bir tane narenciye bahçesi gördüm. Sahilin tamamı, nerdeyse tamamı yazlık ev yığını. 



İki kcaman alışveriş öerkezi var, sinemalar süper. Biz şehir gezmiş gibi olduk. Dekatlon da dört saat geçirdik. Biri Ada ya özel iki film gördük. Çizgisini hiç bozmayan Bodrum Kale sini ve müzesini gezdik. Kale den şehre bakmak pek keyifliydi ve yeşildi kale. Müze kartımızda geçti. Yihhhhuuuu.



Bir gün Yalıkavak ki beğendik, bir diğer gün Gümüşlük yaptık. Herkes Mimoza ya gidin diye yönlendirdi bizi ama biz pek tiki bulduk ve başka biryerde oturduk. Yine pahalıydı ama n azından sakindi, müzik yoktu ve kendimizi Cadde , Midpoint te oturuyor hissetmedik.



Yemek sonrası uğradığımız pastahaneyi pek beğendik. Portakallı hindistancevizli ürünü en güzeli ama küçücük  şey 5 Tl, kşarak uzaklaştık. Allah tan Turgutreis çok yakn, hoop eve geçtik.



Herkesin keyfi kendine. Marinaları naçizane beğendik.

Arkadaşlarımıza uğradık.

Bu kısa gezi bize iyi  geldi 

Darısı başınıza
Kalın sağlıcakla
Gezerek anne

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Warm shower. - ılık duş

Merhaba,

Ben ha yazayım, ha şimdi derken evimizde 3 bisiklet sevdalısı kaldı bile. Unuttuğum var mı acaba? 

Birincisi çoğu zamanını ABD de geçiren ve genelde uzakdoğuda pedallayan Cem. İkincisi, yolundan çeviip makarna ve bira ısmarladığımız Fansız, Jullienne ve üçüncüsü, Alaçatı da tanıştığımız Deniz. Hepsi de birbirinden tatlı, renkli kişiler. 



Bisikletle dolaşan adam kötü olmaz, olamaz diyoruz ama Dünya.



Buraya taşındığımızda aslında niyetimiz, Dünya yı gezen bisikletçilerin uye olduğu "warm shower" adlı sisteme üye olmaktı. Birtürlü olmadı, olamadı. Sistem gezen bisikletlilere nereye yakınsa orada üye varmı diye bilgi veriyor ve evinizde onlara ne hizmet / arkadaşlık / yemek /oda / cadır yeri v.s. sunmak isterseniz onu sunuyorsunuz. Ücret almadan.


Cem, misafir odamızda konaklamış ve evde ne varsa bizimle paylaşmıştı. Fotoğrafları çok hoştu.

Jullien hem pub da bize arkadaşlık etti hem de yine odamızda kaldı. Onun da bize fotoğraflarını gösterdiği ve ayrı olduğu kızı çok şekerdi. Bağımızı hala koparmadık.

Garibim Deniz ise yağmura rağmen bahçeye çadır attı. Ama çorba ve dolma, sarmaya ıhmm anne yemeği diyişi vardı ki. Eh be çocuk, yürü be çocuk dedim.  Bir de kız arkadaşına, güzel isimli arkadaşına krem bile aldı benden. Daha bugün kargo yaptım. 

Bundan böyle onları da kayıt altına alacağımdır. 

Kalın sağlıcakla
Pek keyifli warm shower annesi

1 Mayıs 2016 Pazar

Akyaka - West Cafe

Merhaba,

Okullar tatil olunca, e dedik gezme fırsatı, Bodrum - Turgutreiste ki dayım ve yengemin evi de boş olunca tadından yenmeyin kısa bir gezi haftası oldu bize. Herkes sağolsun.



Gidiş ve dönüş yolunda Akyaka da bu yıl açılan, bir diğer şubesi Göcek te olan sevdiğimiz cafe ye ugradık. Vaktiniz olursa uğrayın, güzel bir yer, hey Yatagan daki arkadaşım size de yakın gelin.


Sunumlarını pek begeniyoruz west cafe nin. Midesi bozuk olan kardeşime soda.


Tazemi sorusuna gelen evet yanıtına, Cem in çayı ve cheese cake i.


Harika, yapmacık ama yapmacık durmayan güzel dekarasyon.


Yine yanında, Datca lı, olive farm.


Baba kız manzaraya baktılar, sonra sanal aleme geçiş sonra sohbet muhabbet.
Ben yazımı bile yazdım.
Yolunuzu düşürün memnun kalacaksınız.

 E tabi, CrocuS suz olmaz 😍



Kalın sağlıcakla